Dr. İskender Dölek | [email protected]/ Muş Alparslan Üniversitesi- İnsanlık tarihinin önemli olaylarından biri olarak kabul edilen Nuh Tufanı; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi büyük dinlerin kutsal metinlerinde yer almasının dışında insanlığın ortak kültürel mirasının da bir parçasını oluşturur. Hint mitolojisinde Matsya avatarı adı verilen bir tanrının insanları ve hayvanları kurtarmak için bir gemi inşa etmesi ve tufandan sonra yeniden dünyayı yaratışı anlatılır. Antik Yunan mitolojisinde, Zeus’un yarattığı tufandan Deukalion ve Pyrrha çiftinin bir sandık yapıp içine girerek kurtulmalarına yer verilir. Çin mitolojisinde anlatılan tufan olayı diğer tufan hikâyeleri ile ortak noktalara sahip olsa da İmparator Yu’nun insanları gemi ile değil de kanal inşa ederek tufandan kurtarışı üzerinde gelişir. Mayalarda ise tanrı Chac tarafından oluşturulan bir tufan sonrasında ağaç üzerinde kalarak yaşamayı başaran iki insan etrafında gelişen olayları görürüz. Kuzey Avrupa ülkelerinde de Ragnarok adı verilen dünyayı yıkan bir tufan ve bu tufandan kurtulan Lif ve Lifbrasir sayesinde dünyanın yeniden doğuşu anlatılır.
class=”medyanet-inline-adv”>
Nuh’un Gemisi’nin, Ağrı Dağı’nda jeolojide “yer akması” adıyla anılan ve buzulların kaymasıyla ortaya çıkan, gemiye benzer doğal bir oluşum olduğu da değerlendiriliyor.
“Tufan”ın kökeni
İlk Çağ dünyasının yaratılış söylencelerinden bazılarıyla, gerçek doğa olayları ya da değişim süreçleri arasındaki ilişkiyi araştıran birçok çalışma yapılmıştır. Bu çerçevede Tevrat, Yeni Ahit ve Kuran-ı Kerim incelenmiş; tufan anlatısının izleri Gılgamış Destanı’ndaki Babil anlatısına kadar takip edilmiştir. Bu anlatının kaynağının, Sümerlerin çok daha erken tarihli, büyük olasılıkla M.Ö. 3400 yılından öncelere giden bir öyküsü olduğu sanılmaktadır. Babil anlatısında Utnapiştim, Sümer anlatısında ise Xsisutrus’a, deniz tanrısı, insanlığın işlediği günahlar yüzünden yakında patlayacak bir tufanı haber verir. O da bunun üzerine bir gemi yapıp ailesi ve hayvanlarıyla kurtulur. Destan, Sümer Kralı Gılgamış’ın tufandan kurtulan milletine kendini adamasını, ölmez otunu bulmak için yaptığı trajik yolculuğu konu alır. Tufan olayı Hristiyanlıkta dünyanın vaftiz edilmesi ve arınması olarak değerlendirilir. Tevrat’ta tufan, hiçbir neden sonuç ilişkisi olmadan anlatılır ve kötülüklerin artması üzerine Tanrı’nın insanı yarattığına pişman olması sonucu ortaya çıkar. İslamiyet’te ise tufan Allah’a ibadeti terk edip tapınmak için kendilerine putlar edinen, iman esaslarına uzun süre direnen Nuh kavminin cezalandırılması, sonraki nesillerin kurtulması çerçevesinde değerlendirilir. Bu farklı yorumlar, gerek tufan anlatılarının ortaya çıktığı dönem koşulları ile gerekse farklı kültürel ortamlara ve inançlara sahip insanların tufana yüklediği anlamla ilgilidir. Özellikle olayın, yazının olmadığı bir dönemde meydana gelmiş olduğu düşünüldüğünde, hikâyelerin kayıt altına alınıncaya kadar bazı bozulmalar yaşaması da kaçınılmazdır.
class=”medyanet-inline-adv”>
Tufan anlatısının izleri Gılgamış Destanı’ndaki Babil anlatısına kadar takip edilebiliyor.
Bilimsel yorumlar
Kutsal kitaplara göre tufan, bütün dünyayı su altında bırakan şiddetli yağmur ve yerden fışkıran suyu ifade eder. Bazı dini metinlerde sel getiren şiddetli yağmuru, bazı metinlerde ise sadece yağmura bağlı olmayan, diğer su baskınlarını (deniz kabarması, ırmak taşması, okyanuslardan gelen kasırgalar vb.) ifade etmek için de kullanıldığı görülür. Genel kanaat tufanın yerel bir olay olduğu şeklindedir. Bu durumu destekleyen en önemli görüş, buzullar da dâhil yeryüzündeki tüm suların, tüm karaları sular altında bırakamayacağıdır. Jeolojik kayıtlar, yer tarihi boyunca çok karmaşık ve kaotik olayların yaşandığını anlatan önemli bulgular içerir. Ayrıca bu kayıtlar, jeolojik dönemler içerisinde birçok canlı türünün kitlesel olarak yok olduğuna, büyük çevresel felaketler yaşadığına işaret eder. Bu kitlesel yok oluşların çoğu iklim değişmesi ile ilgilidir. İklim değişmeleri üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde, buzul ve buzul arası dönemlerde dünya üzerindeki su kütlelerinin dağılımının değiştiği, deniz ve göllerin su seviyelerinin belirgin bir şekilde arttığı ya da azaldığı görülür.
class=”medyanet-inline-adv”>
Karadeniz’deki taşkın
class=”medyanet-inline-adv”>
Tufan, eski açıklamalara göre ya yer sarsıntısı ile Basra Körfezi üzerinde oluşan şiddetli bir kasırga ya da deniz tabanında oluşan çökme nedeniyle, suların bu bölgeyi basması neticesinde meydana gelmiş. Ana yer sarsıntısı geldiğinde bahtı yaver gidip ailesini ve hayvanları alacak bir gemi yapan Nuh, dev bir tsunami ya da deprem dalgasına kapılıp kuzeye doğru sürüklenmiş. Irak ovalarını boydan boya geçip kuzeyde bir yerde karaya oturmuş. Gemi bazı araştırmacılara göre Cudi Dağı’na oturmuş; bazılarına göre de Ağrı Dağı’nda -jeolojide “yer akması” (earthflow) adıyla anılan ve buzulların kaymasıyla ortaya çıkan- gemiye benzetilen doğal oluşum, “Nuh’un Gemisi”ymiş. Bu olay yalnızca bir sefere mahsus gerçekleşmiş değildir. Geçmişte benzer ya da farklı doğa olaylarının defalarca yaşandığını görmek mümkündür. Örneğin Karadeniz’de gerçekleşmiş muazzam bir taşkına ait bilimsel veriler mevcuttur. M.Ö. 6200 yılında yalnızca kuzey yarım kürede hüküm süren küçük bir Buzul Çağı yaşanmış. Bu mini Buzul Çağı M.Ö. 5800 civarında sona ermiş, buzullar erimeye başlamış. M.Ö. 5600’de okyanus seviyesi yükselmiş, Cebelitarık Boğazı üzerinden Akdeniz’e, oradan Ege ve Marmara’ya akmaya başlamış. Marmara’da önceleri ırmak halinde akan sular gittikçe kuvvetlenmiş, birkaç gün içerisinde çevresindeki her şeyi yutan dev bir akarsuya dönüşmüş. İstanbul Boğazı’ndaki doğal seti yıkarak Karadeniz’e suyunu boşaltmaya başlamış. Gölün seviyesi günde 15 santimetre yükselmiş. Veriler, Nuh Tufanı’nın Mezopotamya dışında, Karadeniz çevresinde ya da Karadeniz ve çevresini de etkileyen iklim değişmesi sonucunda gerçekleşen bir olay olduğunu işaret ediyor. Tufanla ilgili ortaya koyulan görüşler şüphesiz şu an için eldeki verilerin yorumlanması ile elde edilen ve kendi içerisinde belli bir tutarlılığa sahip ön kabullerden oluşuyor. Aslında tufan tek bir bilim dalı ile çözümlenebilecek ve tam anlamıyla algılanabilecek bir olgu değildir. Yazıdan önceki zamanlarda meydana geldiği için arkeolojinin, yazılı metinlerde yer alıyor olmasından dolayı tarihin, bir mekânda geçmesi nedeniyle coğrafyanın ve kutsal kitaplarda geçmesi nedeniyle teoloji-ilahiyat gibi alanların, benzer bir olayın farklı dönemlerdeki düşünce yapısını yansıttığı için de felsefenin ortak çalışmalar yapabileceği bir imgedir.
class=”medyanet-inline-adv”>
Tufanla gelen medeniyet
Değişen ortam koşulları karşısında canlılar değişim hızına bağlı olarak ya bulundukları ortamda kalır koşullara uymaya çalışırlar ya da göç ederler. Sümerlerin tarih sahnesine çıkışları da bir göç olayı ile başlamış olmalı. Dünya tarihinde ilk defa yazıyı kullanan, zengin bir medeniyete sahip olan Sümerlerin, Mezopotamya’ya nereden geldikleri halen tam olarak bilinmiyor. Mevcut veriler, Sümerlerin Mezopotamya’nın yerli topluluğu olmadığını, Karadeniz Tufanı’ndan kaçarak güneye inen, oradaki yerli halklara su kanalları yapımını, tarımı ve toprağı işlemeyi öğreten kuzeyli kavimler olabileceğini düşündürüyor. Karadeniz’in doğusundan ve Doğu Anadolu’dan güneye doğru göç eden insanların bir kısmı Zagros Dağlarının eteklerine yerleşmişler. Daha sonra Sümerler olarak anılacak insanların bir kısmı, Güney Mezopotamya’nın ortalarına hareket etmiş. Fırat ile Dicle akarsuları arasındaki bölgenin bereketli topraklarını işleyen bu insanlar, sulama kanalları yaparak verimli topraklardaki drenaj sorununu çözmüşler. Adım adım ilerleyerek Sümer uygarlığını geliştirmişler.
ALINTI KAYNAK: https://www.milliyet.com.tr/tatil/arkeoloji/mitolojiden-dinlere-tarihten-jeolojiye-nuh-tufani-insanligin-ortak-anlatisi-6919820